Yılmaz Utku

Babam Geldi

Okuma süresi: 9 dakika

“Anne, Fuat pencerede!”

Fuat ablasına kızgın bir bakış attı. Sokağı izlemeye devam etti. Sokaktan geçen arabaların, insanların çoğunu tanıyor. Kedileri bile!

Hava açık. Güzel bir bahar günü. Apartmanın bahçesindeki erik çiçeğe durmuş. Gelin gibi süslenmiş. Fuat’ı ilgilendirmez bu. Onun derdi başka. Sokağın başından bir okul servisi göründü. Serçeler kondu yine pencerenin önüne.

“Anne, Fuat!”

“Fuat, oğlum çizgi film başlayacak.”

Gönül mutfakta yemekle meşguldü. Bitmesine az kaldı. “Birazdan gider alırım.” diye düşündü.

Bahri, bakkalın önüne attığı sandalyede keyif çatıyordu. Âdeti günün yarısı oturduğu yerden mahalleliye musallat olmak:

“Abdülkerim, çıkmış yine seninki!”

Abdülkerim elindeki işi bırakıp Bahri’nin yanına, sokağın karşısına geçti.

“Ne istiyorsun elin garibinden. Oyalanıyor çocuk.”

“Ne garibi, deli bu deli!”

“Öyle mi oldu şimdi? Babasının arabasının kapısını açmak için paralandığın günleri unuttun mu?”

“Geçti o günler. Bilsek yapar mıydık? Ama layığını buldu hain.”

“Boş boş konuşma Bahri. İşim var, oyalama beni.”

“Gerçek bunlar gerçek!

“Sen onu bırak. Sekiz numaradaki Mehmet Bey senin iki kilo diye sattığın şekeri tartmış. Üç yüz gram eksik çıkmış. ‘Soracağım ona.’ dedi. Haberin olsun.”

“Tartı bozuk birader. Yaptıracağız.”

“Nasıl tartıysa hep eksik tartıyor. Hiç fazla tartmadı.”

“Al bir hain daha! Kocası içerdeymiş, buna hala öğretmenlik yaptırıyorlar. Vatan elden gidiyor, sen iki kaşık şeker derdindesin.”

Abdülkerim, Bahri’nin gösterdiği tarafa baktı. Meryem Öğretmen okuldan dönüyordu. Elinde market poşetleri, usulca gelip binaya girdi. İkili arkasından baktılar bir müddet. Abdülkerim, Bakkal Bahri’ye aldırmadan işinin başına geçti.

Gönül mutfakta işini bitirip Fuat’ı pencereden almaya gitti.

“Oğlum Fuat gel, çizgi film başlıyor.”

“Anne, babam gelecek ya.”

“Gel bak annem, bitecek çizgi film.”

Fuat’ın omzundan tutup pencerenin önünden oğlunu aldı. Fuat’la oturma odasına gittiler. Televizyonu açtılar. Fuat hala sızlanıyordu.

“Anne, babamı bekliyorum. Çizgi film istemiyorum anne!”

Gönül’ün sesi titredi. Şirin, yapmacık öfkeyle kızıyormuş gibi konuştu:

“Fuat yeter ama!”

“Üff!”

Televizyon açıldı. Fuat çizgi filme daldı. Unuttu gitti her şeyi. Fuat televizyonu seyretti, Gönül Fuat’ı… Yeşil gözlerine baktı. Nasıl da babasının gözlerine benziyor. Fuat izlerken belli belirsiz gülümsedi. Arada bir, bildiğin güldü. Sadece seyretmiyor, yaşıyordu. Gülünce gözleri belirdi. Saçları gözünün önüne düştü. Eliyle düzeltti kestane kahverengisi saçlarını. Saçları da babasının saçları… Gönül kocasının duvardaki resmine baktı. Buğulandı gözleri. Fuat ne çok benziyordu babasına. Kaç kere düşündü Gönül. Bu fotoğrafı kaldıracaktı ama eli bir türlü varmadı.

Zil çaldı. Fuat çizgi filme iyice kapılmış. Allah’tan duymadı. Ablası Suzan duydu zili.

“Aa Meryem Teyze! Hoş geldin.”

“Annen var mı?”

“Var, var.” Gönül kapıya seğirtti.

“Gel Meryem Hocam gel. Nereye gideceğim? Buyur lütfen.”

“Rahatsız etmiyorum değil mi?”

“Aman hocam ne rahatsızlığı!”

Meryem içeri girdi. Elindeki poşetleri mutfak kapısının önüne koydu. Gönül mahcup:

“Hocam ne gerek var bunlara!”

“Lafı mı olur? Okuldan geldim. Bir soluklanıp çocuklar okuldan gelmeden sana uğrayayım, dedim.”

Oturma odasına geçtiler. Meryem Fuat’ın yanına oturdu. Fuat’ın saçlarını karıştırıverdi. Bu şakayı ancak birisi yapardı.

“Yakışıklı nasılsın?”

“Meryem Teyze!”

Meryem, Gönül’ün halini hatırını sordu. Arada bir onları yokluyor, çalınmayan zillerini çalıyor, açılmayan kapılarını açıyordu.

“İyiyiz demek adet olmuş. İyiyiz hocam. Yoksa kısılıp kaldık buraya. Sabah akşam aynı şeyler. Fuat’ı doktora götürdüm geçen. “Yenilikler yapın. Ortamını değiştirin.” dedi. Tekrar okulu deneyelim diye okula götürdüm. Bir gün iyiydi. İkinci gün bahçeden…”

Durakladı Gönül. Yutkundu. Gözlerini sildi. Fuat annesinin misafiriyle ilgilenmesini fırsat bilmiş, yine pencerenin önüne geçmişti. Meryem konuyu değiştirmek istedi. Eve sinen çaresizliği, matem havasını dağıtabilseydi. Hafif öksürdü. Konuya girecekti ki zil yine çaldı. Gönül, Fuat’tan önce kapıya koştu.

Kapıcı Abdülkerim hayırlı günler diledi. Mahcup, başını öne eğdi.                                                                                                          

“Gönül Hanım, ev sahibi Aziz Bey aradı. Kirayı sordu. Geçen ay da yatmamış galiba.”

Biliyordu Gönül, elbette biliyordu. Bir hafta içinde iki kirayı birden yatıracağını söyledi.

“Memleketten para bekliyorum. Gelince hemen halledeceğim.”

“Ben söylerim kendisine. Abdülkerim iyice ezildi.”

“Bir emriniz var mı bana?”

“Sağ ol Abdülkerim Bey.”

Kapıyı kapatınca kendini banyoya zor attı Gönül. Misafirinin, hıçkırıklarını duymasını istemiyordu. Musluğu sonuna kadar açtı. Çaresizlik elini kolunu bağlamıştı. Nasıl ödeyecekti bu kirayı? Nereden para gelecekti sanki! Yere çöktü. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Banyonun kapısını çaldı Meryem. Merak içinde, telaşlı.

“Gönül iyisin değil mi?”

“İyiyim hocam, geliyorum. Sen geç.” Yüzünü yıkadı. Kuruladı. Ağladığı anlaşılsın istemiyordu. Mutfağa geçip çay koydu.

“Hocam kusura bakma. Yalnız bıraktım seni.”

Konuşulanları duymuştu Meryem. Lafı hiç dolaştırmadı.

“Gönül ben yabancı değilim artık. Derdimiz aynı dert. Seni en iyi ben anlarım. Maaş iki gün önce yattı.” Çantasından cüzdanı çıkardı.

“Şu iki aylık kira.”

Gönül kararlı bir edayla kesmeye çalıştı:

“Olmaz hocam, dünyada olmaz. Bizimkilerle konuşacağım. Kayınvalidemi arayayım diyorum. Çözeceğim bir şekilde.”

“Sen şunu al. Onlar gönderince verirsin o zaman.”

“Senin halin benden iyi mi? Senin eşin de hapiste. Eviniz kira. İki çocuğun var.”

“Allah’a şükür maaş var. Bir şekilde idare ediyoruz. Senin şu sıkıntını çözelim. Bak ne olur üzme beni.”

Gönül çaresiz aldı parayı. Dayanamadı. Bıraktı kendini. Mendil arandı.

“Allah senden razı olsun. Sen olmasan kapımızı çalan olmayacak. Halimizi soran yok. Sen bana yoldaş oldun. Çocukların çocuklarıma… Şimdi bu fedakârlığın. Sen olmasan ne yapardım ben?”

“Aman Gönül! Asıl sen olmasan ben ne yapacağım? Şu zor günlerde bana dert ortağı oldun. Bırakalım bunları şimdi.  Çayımız ne oldu? Hem bak size ne getirdim?”

Yine çantasını açtı. Gönül çaya bakmak için kalktı. Gidip yüzünü yıkadı. Meryem’in getirdiği poşetlere baktı. Meyve, sebze,  erzak, temizlik malzemesi… Çocukları da unutmamış. Ömrü bolluk içinde geçen Gönül’ün bütün bunlar zoruna gidiyordu ama ne yapsın! Almasa, kabul etmese bu çocuklar ne yiyecek? Tesadüfen tanıştığı şu komşudan başka kimse yok ki dertlerine düşen. “Dertli zamanımda Allah nasip etti onu bana. Allah birini bin etsin.”

Çayları alıp içeri geçti. Meryem sehpanın üzerine bir kâğıt rulosu koymuştu. Elinde renkli boncuklar… Gönül içeri girince Meryem ona elindekileri gösterip gülümsedi.

“Size hapishaneden hediye var.”

“Onlar da neymiş Meryem Hocam?”

“Bizimki size yapmış.” Üç tane boncuktan bileklik uzattı Gönül’e. Gönül bileklikler eline aldı. “Gönül, Suzan, Fuat” Renkli, küçük, şirin şeyler…

“Ne güzelmiş!”

Rulo yapılmış kâğıtları tek tek açtı. Mickey Mouse resminin yanına kaligrafiyle Fuat Yiğit yazılmıştı

“Bu Fuat’a.” Diğerini açtı. Suzan Yiğit yazısının yanında rengârenk bir papağan resmi yapılmıştı. Gülümsedi Gönül.

“Çok sağ olun. Çocuklar sevinecek.”

“Bunlar da senin.” İki kâğıt daha uzattı Meryem. İlkinde güzel bir gül resminin yanına Gönül Yiğit yazılmıştı. Diğerine baktı. Aynı kaligrafi yazısıyla “Allah sabredenlerle beraberdir. Bakara Suresi” Kenarında bir mühür: Mektup İnceleme komisyonu: GÖRÜLMÜŞTÜR.

“Çok anlamlı. Teşekkür ederim.”

“Yazıları bizimki yazıyormuş. Yazıyormuş diyorum cezaevinde öğrendi. Yeni öğrenince bir şevk, bir heyecan sorma! Bir bahane olsa da kaligrafi yazsam derdinde. Sizden bahsedince gözleri parladı. ‘Ben onlara kaligrafi yazayım.’ dedi. Her mektubunda bunlardan bir sürü gönderiyor. Laf aramızda biraz da bıktık. Bir şey de diyemiyorum, oyalanıyor adam. Boncukları da koğuş arkadaşı yapmış. O da eskiden milli eğitimde şube müdürlüğü yapmış tecrübeli bir öğretmenmiş. Şimdi boncuk diziyor.”

Ağır hava Meryem’in tüm çabalarına rağmen dağılmıyor aksine ağırlaşıyordu:

“Keşke Rafet de yaşasaydı da bıktırsaydı bizi hocam. Doyamadık ki bıkalım. Görevdi, operasyondu derken aynı evde bile görüşemediğimiz olurdu. Ben Suzan’a hamileyken doğuya tayini çıktı. Aile götürülemez garnizonmuş. Beni götürmedi rahmetli. İnanır mısın Meryem Hocam? Suzan doğduktan üç ay sonra izne gelebilmişti. Fuat’ım da baba bekleye bekleye büyüdü. Hala bekliyor garibim. Rafet’inki meslek değildi. İş değildi. Aşktı Meryem Hocam. ‘Şehit olursam bu üniforma kefenim olacak.’ derdi. ‘Ağzından yel alsın.’ derdim. Çok ağırıma gidiyor hocam. Kaç kere ölümden döndü. Vatan memleket sevdalısı bir insan şimdi hainler mezarlığında yatıyor. İlk zamanlar çıldıracağım sandım. Kaldıramadım. Çok zor günlerdi. Hala geçmedi ama Allah işte. İyi ki kader var. İyi ki sabır var.”

Elinde tuttuğu kâğıdı gösterdi. Dudaklarından belli belirsiz döküldü: “Allah sabredenlerle beraberdir.”

Pencerenin müdavimi serçeler yine kondu, Fuat’tan korkmuyorlar. O da onlara ilişmiyor. Biraz kuşları seyretti. Arabalarda gözü. Şişman tüpçünün kamyonu geçti. Köşedeki taksi durağından bir taksi. Bir polis arabası. Kâğıt toplayıcısı el arabasıyla apartmanın çöp kutusuna yanaştı. Fuat hepsine aşina. Sokağa park eden arabaların çoğunu tanıyor.

“Fuat, hadi gel bak, Meryem Teyze’n ne getirmiş?”

Gitmedi.

Bakkala toptancının kamyoneti yanaşıp durdu. Fuat bu adamı da tanıyor. Elinde kocaman bir defterle kamyonetten indi. Dükkânın önünde oturan Bahri’ye doğru yürüdü.

“Selamünaleyküm Bahri.”

“Ve aleykümselam. Vay Ahmet Abim hoş geldin. Nasılsın? Buyur gel otur.”

“İşim var Bahri, gideceğim. Şu borcu alayım diye geldim.”

“Tamam abicim. Dur bir çay söyleyeyim.”

“Bahri beni oyalama. İşim var, diyorum.”

“Tamam, Ahmet Abi bir otur bakalım yahu!”

Çay söyledi Bahri. Toptancı Ahmet’i dükkânın önündeki iki sandalyeden birine oturttu. Yanda duran gazeteleri gösterdi.

“Şu adama kurban olsunlar. Bin yılda böylesi ancak gelir. Çekemiyorlar adamı. Yedi düvel bir araya geldi.”

Gözüne camda kuşlar, seyreden Fuat ilişti.

“Aha bak şu hainlere dersini verdik. Kâfir uşakları!”

“Çocuk lan o!”

“Abicim onun babası olacak, o gece tankta yakalandı. Zoru görünce emniyette kendini astı. Bütün ihanetleri dökülecekti ama görüyor musun haini? Kendisini öldürecek kadar gözü dönmüş.”

“Bunları bana kaçıncı anlatışın! Para nerde Bahri?”

“Ya Ahmet Abi dört yanımız düşman olmuş, sen ne diyorsun? Şunları çoluk çocuk demeden gömmeli. Yoksa bu memlekette bize rahat vermezler Ahmet Abi.”

“Bahri anlaşıldı sende para yok. Sana bir hafta mühlet. Kaç aydır oyalıyorsun. Haftaya ödeme, seni buraya gömeceğim. Haberin olsun.”

Hışımla kalktı Ahmet. Kamyonete binip gitti. Uzaklaşan kamyonete bakan Bahri bir sigara yaktı. Derin bir nefes çekti. Bankadaki paranın vadesini düşündü. Gazeteye baktı. Güldü. Camdaki Fuat’a doğru bağırdı:

“Ulan deli! Gir içeri, Kuşlar da kaçmıyor senden.”

Sokağa giren ambulansa çevirdi gözlerini Fuat.

“Aa biri hasta galiba!” Ambulans sokaktan çıkıp gitti.

“Bu babam da hep geç kalıyor.”

Karşı binanın önüne siyah bir araba park etti. Şoför inip arka kapıyı açtı. Bir kız çocuğu indi, şoförün elini tuttu.

“Didem’le babası okuldan geldi. Benim babam da gelecek şimdi.”

“Fuat, Fuat gel bak Meryem Teyzen neler getirmiş sana!”

Yine gitmedi Fuat.

“Rahmetlinin personelinden bir Cihan Yüzbaşı vardı. İki gün önce eşi aradı. Cihan Yüzbaşı’yla rahmetli o gece taburda beraberlermiş. Eşine anlatmış Cihan. “Sabaha kadar komutanımla televizyon seyrettik. Hiçbir şeye karışmadık. Hiçbir yere gitmedik. Sabah polis gelip hepimizi gözaltına aldı. Rafet yanındaki personeline hep ‘Sakin olalım arkadaşlar!’ diyormuş. ‘Masum olduğumuz er geç ortaya çıkacak. Sakin olalım. Biz yanlış bir şey yapmadık.’ Sorguya diye Rafet’i emniyete götürmüşler. Orada ne yaptılarsa ‘Kendini astı.’ dediler. Meryem Hocam benim kocam çocuklarına çok düşkündü, ailesine bağlıydı. Asla öyle bir şey yapmaz. Ben inanmıyorum Rafet’in intihar ettiğine. Yalan söylüyorlar. Ama bir şey yapamıyorum ki! Bütün kapılar yüzüme kapandı. Rahmetlinin anne babası ihtiyar. Kendilerine zor bakıyorlar. Rafet’ten sonra iyice çöktüler. Benimkiler diri. Yardım ederler sandım. Babam ‘O vatan haininin çocuklarını buraya getirme. Geleceksen yalnız gel?’ diyor. Bu halde rahmetlinin hakkını kim arayacak? Şu halime bak. Elim kolum bağlı. Fuat’la bile zor ilgileniyorum. Kocamın itibarını iade için hiçbir şey yapamıyorum. Allah’a havale ettim. Elimden bir şey gelmiyor hocam ne yapayım?”

Meryem bir şeyler söylemek için çırpınıyordu. Gönül’ün çaresizliği karşısında ezilip kalmıştı. Derin bir of çekti. Boğazını temizledi. Kelime bulamıyordu:

“Yani şimdi benim pek bildiğim şeyler değil bunlar ama istersen şu aşamada Fuat’a yoğunlaşsan daha iyi olur sanki. Bazı şeylerin değişmesi zaman istiyor. Acil olan Fuat’ın durumu. Hem itibar dediğin ne ki! Allah’ın nezdinde kocan şehittir inşallah. Dünya itibarı olsa da olur olmasa da… Ki o da yarın, öbür gün olur Allah’ın izniyle.”

“Ben de farkındayım ama insan yüreğine söz dinletemiyor. Bazen zihnim allak bullak oluyor. Aynı şeylere saplanıp kalıyor. Karar verdiğimi sandığım şeyleri tekrar tekrar düşünüyorum.”

“İnan Gönül sanki beni anlatıyorsun. Ayakta kalmaya çalışıyorum ama hislerim darmadağın, zihnim bulanık. ‘Ama’ diyorum kendime ‘Yıkılmaya hakkın yok. Güçlü olmalısın. Ayakta kalmalısın.’ Dışarıdan bakanlar ‘Maşallah iyisin.’ diyor ama gel bana sor!”

“Olmasan ne olacak, ne yapacaksın? Al benden de o kadar. İki sene oldu Rafet vefat edeli. O kadar çok şey yaşadık ki sanki iki asır geçti. Yapayalnız kaldım iki çocukla. Ailem sırtını döndü. Dostlar unuttu. Rafet’in sağlığında kötü günler için ayırdığımız üç beş kuruş da bitti. Hepsinin üstüne Fuat’ın hastalığı. Bir işe girsem diyorum, onu bir yere bırakamıyorum ki! Okulda tutunamadık. Bahçeden fırlayıp gidiyor. Hayal dünyasında yaşıyor. Babasının öldüğünü hiç kabul etmedi. Ne yaptıysak olmuyor. Şaştım kaldım. Kendine bir dünya kurdu. Çıkartamıyoruz onu hocam! Kaç psikoloğa, kaç psikiyatra gittik. Şu camın önünde akşama kadar babasını bekliyor. Getiriyorum. Televizyon açıyorum. Oyun kuruyorum. Kızıyorum. Şaklabanlık yapıyorum. En ufak fırsatta camın önüne koşuyor. Dümdüz söyledim yok. Başkasına söylettim yok. Babasının öldüğünü kabul etmiyor.”

“Doktorlar ne diyor?

“Yaşadığı travma çok büyük, diyorlar. Şu halimizde imkânsız tavsiyeler. Ayakları yere basmayan bir yığın laf. İlaçlar çok ağır geliyor. Halini görsen yürek dayanmıyor. Kestim ben de!”

“Allah şifa versin Gönül. Eşimin psikolog bir arkadaşı vardı ama nerede şimdi bilmiyorum. Bizimkine bir sorayım. Onu bulabilirsek yardımcı olur. İnşallah adam tutuklanmamıştır.”

“Bak dertlere daldık. Çayı unuttum. Hemen tazeleyeyim.”

Gönül bardakları alıp mutfağa gitti. Çayın altını açtı. Çay ısınana kadar Meryem’in getirdiği eşyaları dolaplara yerleştirmeyi düşünmüştü ki bir çığlık koptu Fuat’tan.

“Babam geldi!”

Fırladı gitti dairenin kapısından, Gönül elindekileri yere atıp kapıya koştu. Fuat’a yetişemedi, Apartman inliyordu.

“Babam geldi! Babam geldi!”

Gönül yalın ayak koştu merdivenlerden. O da bağırıyordu.

“Fuat, Fuat!” Bağırmıyor, inliyordu.

“Oğlum, Fuat! Allah’ım, acı bize!”

Meryem korkudan ne yapacağını şaşırdı. Kapıya gitti. Ne olduğunu soran gözlerle Suzan’a baktı.

“Meryem Teyze yan binada babamın arabasının aynısı bir araba var. O araba ne zaman görünse Fuat babamın arabası sanıp sokağa fırlıyor. Kapıyı hep kilitliyorduk ama unutmuşuz.”

Fuat’ın sesi hala duyuluyordu!

“Babam geldi!”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *