Hevesmiş, Bilememiş
O yaz Serne köyü halkı, başlarından eksik olmayan bulutu, topraklarını doyuran suyu hayra yordular. Düşen her damlaya bereket, baş veren her tomurcuğa müjde dediler. Mevsim yaz da olsa yağan yağmur iyilik getirirdi. Nasıl ve ne şekilde yağdığına bakılmaz, gökten inen bu suyun toprağı sevindirdiğine inanılırdı.
Yine öyle yaptı Serne halkı…
Yağan yağmura baktı da göğe başını kaldırmayı akıl edemedi. Bir baksaydı görürdü belki geleni. Baksaydı, sessizliğin onlar için felakete, Ömer için hayata mal olacağını anlardı.
Bakmadı kimse..
Bir tek Ömer gökyüzüne başını çevirdi, günlerdir güneşi göstermeyen bulutlara anlam veremedi. Yine de çok durmadı üzerinde. O da yağmura sevinip yoluna devam etti.
…
Ömer çocukluğu bitirip kendini bildi mi Ayşe’yi istemeye niyetlendi. Gözü açılalı beri Ayşe’yi görmüştü bir tek. Zaman değişir, insanlar ölür, insanlar doğar, Ayşe hep kalırdı.
O, çeşme başındaki evin küçük kızıydı. Bi dolu ablası vardı da çeşmeye su doldurmaya Ayşe gelirdi.
Köy dediğin bir kaç hanelik kalabalık..
Herkes tanır birbirini, herkes bilir Ayşe’yi.
İşte o çeşmeye boş sürahisiyle, dilinde yarım yamalak bir türküyle gelirken Ömer gördü Ayşe’yi.
Baktı ve gördü.
Gördüğüne değil baktığına utandı, kıpkırmızı oldu.
Elindeki bidonun boşluğunu unuttu, gerisin geri sessizce eve döndü.
Aşk nedir bilmezdi Ömer. Hissettiğine bir ad veremedi ama çok sevdi Ayşe’yi.
Köy, çeşme, su.. Baktığı her şey Ayşe oldu o günden sonra.
Bazen bidonla gitti çeşmenin başına, bazen bomboş. Ama mutlaka gitti. Her gün…
…
Ayşe de bildi Ömer’i. Bakmasa da gözlerine hissetti bakışını. Her su dolduruşunda Ömer’in oradan geçmesi ya da az ötede sessizce beklemesi Ayşe’nin karnında kelebekler uçurdu.
Gel zaman git zaman o da bekler oldu Ömer’i.
Hissettiğine bir ad veremedi ama çok sevdi.
Konuşmadan.
Bakışmadan.
Dokunmadan.
…
Köy dediğin bir kaç hanelik kalabalıktı hani, herkes sezdi Ömer’le Ayşe’yi. Sezmeyene de torba olmayan ağızlar büzülemedi. Herkes bildi de kimse ses çıkarmadı. Ne Ayşe’nin babası ne de Ömer’in anası bir günden bir güne îmada dahi bulunmadı. Serne köyü sustu susmasına da bilmediklerinden değil görmediklerinden..
Yanaşmayan, bakışmayan iki genç. Fakat öyle belli ki aralarındaki şey, görmeye gerek duymadan varlığından eminler.
…
Ömer, çocukluk zamanlarından ilk gençlik çağlarına Ayşe’yle büyüdü. Ayşe su kadar hava kadar ihtiyaç oldu onun için. Belki de alışkanlık.. Hayır alışkanlık değil. Öyle olsaydı eğer, Ayşe’yi her gördüğünde aynı şeyleri hissetmez, eli ayağı birbirine dolanmazdı.
Ayşe onun yarımlığını tamamlayacak olandı. Cennet neydi bilmezdi de Ayşe onu cennete götürecek olandı.
Hiç vazgeçmedi Ömer..
Çeşmenin suyu ilk günkü gibi akmasa da bıkmadan usanmadan bidonu doldurmaya gitti.
Bir umut..
Varlığını kısa bir hissediş..
Yeterdi Ömer’e..
Yetmezdi de yeter gibi yapardı.
…
Bir gün Ömer bildi kendini. Ayşe’yi de bildi. Ne yapması gerektiğini zaten biliyordu ve bildiğini göstermesi gerekirdi. Düşündü taşındı, anasına açmadan evvel Ayşe’ye açmak istedi içindekileri. Kendisi açamaz ama. Ayşelerin yan komşusu Nebahat Teyze yapar bu işi. Nedense güvendi Ömer Nebahat Teyzeye. Anlattı her şeyi bir bir. Uzun yıllar kapı ardında konuşulan gerçek nihayet ilk ağızdan döküldü. Nedendir bilinmez Nebahat Teyze konuşurken inanmadığı bu gerçekle yüz yüze kalınca sevinmekten çok hasetlendi. Kıskançlık, damarlarında kan olup aktı bir süre. Bir şey demedi Ömer’e.
Tamam dedi gönderdi Ömer’i.
…
Ömer heyecandan, hissettiğinden o gece hiç uyumadı. Sabahı zor edip erkenden Nebahat Teyzenin kapısını çaldı. Ömer’in aydınlık yüzüne inat Nebahat Teyzenin yüzü kapkaranlıktı. Ömer’i oturtup gerçekmiş gibi bi dolu şey anlattı. Tıpkı Ayşe’ye yaptığı gibi…
-“sen değilmişsin sevdiği”
-“seven durur mu bu vakte kadar”
-“beklemesin yuva kursun kendine”
-“hevesmiş bilememiş” …
Anlattı da anlattı Nebahat Teyze.
Hem Ömer ve Ayşe’ye hem de köydekilere.
Gerçek gibi..
Ne kadar bilirse bilsin köylü, Allah’ın bir kulu da çıkıp olmaz öyle şey diyemedi. Ne Ömer’i Ayşe’ye ne de Ayşe’yi Ömer’e götüren olmadı. Yıllarca bu sessiz sevdaya yalnızca kapılar ardında ses veren Serne halkı, bu sevdanın yok oluşunu da kapılar ardında seyretti. Nebahat’i sorgulayan olsa da kimse açıktan bunu dile getirmedi.
…
Ömer’i o günden sonra gören olmadı. Evden çıkmaz, çeşmeye uğramaz olmuştu..
Ayşe yataklara düştü. Pencereden yana dönüp çeşmeye bakamaz oldu.
Onların bu hallerine şahit olan köy halkı, duyduklarına inanmak istemese de sustu. Susmak en büyük cezaydı…
Bir hafta sonra Nebahat yanında kardeşi ve yeğeni, Ayşe’yi istemeye gitti. Haber kısa zamanda yayıldı yayılmasına da kimse diline geleni kelimelere dökmedi.
Ayşe hemen kabul etti, kimselere laf söyletmedi.
Ömer öğrenince bunu, kafasını ellerinin arasına alıp sallanmaya başladı.
O günden sonra da elleri kafasından gitmedi hiç. Ayşe gibi aklı da terk etti onu…
…
İşte o yaz, bulutlar da yağmur da eksik olmadı Serne köyünün üzerinden. Ayşe’yle Ömer gibi gök de ağladı bu ayrılığa. Belki de kavuşamayışa..
Sonra kızdı gök Serne halkına.
Sessizliğine..
Susmuşluğuna..
Koca koca dolular yağdı topraklarına…
Yaşlılar anlam veremese de doluya, ziyan olan mahsüle “ah”ladılar.
Ayşe gelin olup gitti, bir daha dönmemeye yemin etti..
Ömer, kafası ellerinin arasında köyün sokaklarında bir o yana bir bu yana gidip gelmeye başladı. Serne halkı bunu görünce suskunluğunu bozmaya ahd etmiş gibi ağzını açtı. Açtı da Ömer kapattı kulaklarını.
Duymadı, bilmedi…
Zaten konuşulanları da dinlemedi.
Dilinde iki kelime dolandı durdu öyle:
“hevesmiş bilememiş…”
Müthiş bir yaşanmışlık , müthiş bir anlatım.Bir çırpıda okudum ,teşekkürler.Daha sık bekliyoruz yazılarınızı sayın yazar.