Hasan Çağlayan

Şairin Evi Frankfurt’un Kalbi

Okuma süresi: 5 dakika

Frankfurt’a bunca yakın olunca ve neredeyse haftada bir gidince, Haşim’in o güzelim “Frankfurt Seyahatnamesi“ni bir kez daha okuyayım dedim. Dedim demesine de hemen yanıbaşımdaki önemli bir noktayı, Goethe Müzesini ihmâl ettiğimi fark ettim. İlk fırsatta giderim diye düşündüm hemen. Bir yıldır buralardayım hâlbuki.

Sabah olunca her şey birden bire gelişti. Şaştım kaldım. Ev arkadaşımın da teklifiyle öğle öncesi Frankfurt’a giden ilk trene yetiştik. Bugün pazar; hedefimizde şairin evi var. Arkadaşım sadece dolaşmak istediği için, neresi olsa kabulüm havasında. Böyle olunca, bugün seni çok özel bir yere götüreceğim dedim. Bakalım beğenecek misin? Meraklandı tabii.

Camdan Dev Kuleler

Merkez Tren İstasyondan U-Bahn’a binince Willy Brandt Platz‘daindik. Burası ilk durak ve yalnızca bir dakika sürüyor. Goethe Haus ise buradan yürüyerek beş dakika ancak var. Avrupa ticaret merkezinin dev kuleleri camdan dev plaketler gibi yanıbaşımızda yükseliyor. Bu kuleler sadece Almanya’nın değil, kıta ekonomisinin de kalbi. Avrupa’nın Manhattan’ı bir nevi. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim, bir ülkenin en görkemli kuleleri sanatçılarıdır. Onlar dünyanın her yerinden görünür.

Müze Ev Güzel Ev

Akıllı telefon ve navigasyon programı büyük nimet. Müze evi bulmamız hiç de zor olmadı. Doğru yere geldiğimizden emin olunca içeri girdik.  Ziyaretçi yoğunluğu ve büyük bir kitaplık dikkatimi çekti. Haşim’in sözünü hatırladım: “Goethe’yi ölümünden yüz sene sonra ziyaret edecek iki kişi bile bulunamaz, diye düşünüyordum. Meğer aldanmışım.” İşte, aynı ilgi bugün de devam ediyor.

Biletlerimizi aldık. Avluya girice, evin kapısında bir hatıra fotoğrafımız olsun istedik. Bu fikir güzel oldu bence. Arkadaşım ne düşünüyor bilmiyorum ama benim aklımda Haşim’in zihinlere kazıdığı mürekkepli meşhur masa var. Gezmeye ilk önce, girişteki mutfaktan başladık. Fotoğraf çekmek serbest olduğu için bakır kapları, porselenleri, hasır sepetleri ve ülkemizdekine hiç de benzemeyen tarihi tulumbayı fotoğrafladım.

Gül Salon

Odaları tek tek dolaşırken salona girdik.  Diğer odalar gibi burada da sadelik ve zarafet hâkim. Bu gül rengi salon, dedim içimden, kesinlikle şairin annesinin zevkidir. O günlerde kimbilir nasıl da dikkat çekti, nasıl da ilgi uyandırdı. Avizesi, perdeleri, mobilyası, ahşap zemini ve duvar desenleriyle ince bir zevki yansıtıyor. Kıvamını bulmuş pastel renk uyumuyla nasıl da dinlendirici nasıl da ferah. İmkân ile güzellik arasında doğrudan bir ilişki var, evet; ama estetik zevk ayrı bir zenginliktir.

İlginçtir, neredeyse her odada birbirinden farklı, hiç de alışık olmadığımız metal sobalar, her katta yine birbirinden farklı ahşap gövdeli saatler ve işte, iki üç asır öncesinin zevkini yansıtan ama bugün de göze hoş görünen mobilya ve eşyalar karşılıyor bizi. Ahşabın, diğer her şeyi doğal bir doku olarak tamamladığı bu evde başka bir hava var. Koltuk, sandalye ve kanepelere, yıpranma ve kirlenmeyi önlemek için oturma yasağı konulmuş. Eşya, kullanıldığı zaman anlam taşır; bunların anı değeri paha biçilmez.

Sadece bunlar değil, bir de şairin ta o zamandan kalan zengin kütüphanesi hâlâ duruyor. O dönemin kitapları bile farklı. Sonra üst kattaki gösteri odası… Sanırım, anlamını tam olarak karşılamasa da, bir köşk denilebilir bu eve. Fakat yine söyleyeyim, kıymeti kendinden değil, şairin hatırasından geliyor. Öyle ya, “Şeref’ül mekân bil mekîn.”

Şehir güzel, ev güzel velâkin, büyük şair, annesi, babası ve kız kardeşi Cornelia ile yaşadığı bu eve de, şehre de sığmamış bir türlü. Çünkü insan, başka yerlerin, yaşadığı yerden daha güzel olduğunu düşünür hep. Belki bundandır, o günün Frankfurt’u için “Fare deliği” bile demiş. Sesinin yankısını daha geniş yerlerden almak istemiş. Ama sonunda öyle de olmuş. Bugün onu dünya biliyor ve ülkesinde neredeyse bir aziz muamelesi görüyor. Hak ediyor da.

Arkadaşım Ahmet’e bakıyorum. Yüzünde bir hoşnutluk var. Birbirimizin fotoğrafını çekerek gezmeyi sürdürüyoruz. O, edebiyat ve sanatla pek ilgili değil, Goethe ismini de sanırım ilk kez duydu; ama bu ziyaretten hayli mutlu olduğunu gördüm. Kendisi Diyarbakırlı. Bundan mıdır, yoksa içinde bulunduğumuz evden midir bilmem, zihnime Cahit Sıtkı’nın Diyarbakır’daki müze evi uğrayıp durdu.

Yıllar önce, eşimle birlikte gezmiştik orayı. Geniş avlulu, ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış evi olarak adlandırılan dört ayrı cepheli, bir de sıcak yaz günlerinde oturmak için fıskiye salonlu bir zengin eviydi o da. Beğenmiştik. Velâkin oranın etkileyiciliği de yine içinde yaşayan şairle ilgiliydi. Evet, bir ülkenin şair, yazar ve sanatçılarına verdiği değer, kendisine ve kültürüne verdiği değerdir ve son derece önemlidir.

Şairin Mürekkep Lekeli Masası

Nihayet, şairin odasına geldik. O meşhur masayı bulduk sonunda. Faust‘un ilk hâli ve “Genç Werter’in Acıları” buradayazılmış. Zihnimde canlandırdığım gibi olmasa da mürekkep lekelerini gördüm. Önemli lekeler bunlar. Bu masa önemli masa. Haşim çok dikkatli bir göz.

Masanın üzerinde mermer bir büst duruyor. Acılı bir yüz ifadesi olduğu için çirkin görünüyor. Faust olabilir diye geçse de içimden, Mefisto (şeytan) olarak algıladım daha çok. Acaba, dedim, Goethe hangi hislerle, hangi yoğun düşüncelerle oturdu bu masaya? Ne hayaller kurdu burada? Bir gün bütün dünyada eserlerinden bahsedileceği aklından geçmiş miydi? Çünkü yazan herkesi böylesi düşünceler yoklar biraz. Çünkü her şair ve yazar, okunmak ve bilinmek ister. Eserlerinde sürekli birilerine seslenir. Yazdıklarında az da olsa kendinden, yaşadığı ev veya çevreden izler bulunur. Bunu düşününce değişik bir his kaplıyor insanın içini.

Goethe ve İslâm

Goethe, Strassburg’da okurken, hocası Johann G. Herder‘in etkisiyle Doğuya ve İslâm kültürüne derin bir ilgi duymuş. Yine hocasının tesiriyle olmalı, tarihçi Hammer‘in çevirisinden Hâfız Divânı‘nı okumuş ve büyülenmiş. Zihninde açılan yepyeni pencerelerle “Doğu Batı Divanı”nı kaleme almış. Bu eserinde, “Bir nesil ki taşıyor yücelere önderini!” diyerek, Efendiler Efendisi’ne içten bir saygı göstermiş. Açıkçası çok etkilendim.

Yine, yazdığı bir kasidede, Beyan Sultanı için şöyle demiş: “Ve böylece bütün kardeşlerini,/ Evlatlarını, Hazinelerini,/ Neşe saçan kalbiyle/ Götürür bekleyen/ Yaradana…”  Bu durum onun son derece önyargısız ve zihnen hür olduğunu göstermeye yeter. İnançlı bir insan olduğunu da. Ona saygı duyuyorum ben de. Saygılarımla büyük şair, güzel insan. Adın daim yaşasın.

4 thoughts on “Şairin Evi Frankfurt’un Kalbi

  • irfan

    Güzel bir yolculuktu, yol boyu size eşlik etmek güzeldi. Haşim’in veya başkalarının rehhhberliğinde başka yerleri de ziyaret edersiniz umarım.

    Yanıtla
    • Hasan

      Çok teşekkür ederim değerli hocam. Nasip olursa inşallah

      Yanıtla
  • Semih Yılmaz

    Geceze okurken kıtalararası yolculuk yapıyor gibi oldum. Biraz önce Avustralya’dan Kanada’ya geçmiştim. Şimdi ver elini Frankfurt.
    Su gibi bir yazıydı teşekkürler.

    Yanıtla
  • Hasan

    Bizler açısından kültürlerarası yeni bir dönem başladı. Bu bir başlangıç gibi. İnşallah bizler, içinde yaşadığımız kültüre ve topluma dair yazılarımızı artırırız. Devam eden nesillerle her şey edebiyat için de farklı olacaktır. Daha dün kimsenin aklına gelmezdi böylesi. Ben teşekkür ederim hocam.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *