Turgay Bayburt

Sözün Şiir Tarafı: Mekânın Poetikası

Okuma süresi: 4 dakika

Sahip olduğu donanımla “oku”maya yazgılı insan, malzemesi ve şekli ne olursa olsun, ilk önce bir evden bakar evrene. Bu ev, ister kendi kalbi ve zihni, isterse gerçek mânâda bir mesken olsun fark etmez. Çünkü fikirler de insanlar gibi, kendine bir sığınak, bir odak noktası arar. İşte, mesken olan o evi kastederek, Bachelard: “Ev, gerçek bir kozmozdur.” der ve sözü derinleştirir: “Biz onların içinde olduğumuz kadar, onlar da bizim içimizdedir.” İç, yani zihin ve kalp. Böylece o da, kendi fikirleri için evi ya da mekânı bir odak noktası kılarak, “Mekânın Poetikası” isimli enfes kitabını insanlığa armağan eder.

Bu kitap, ifadesini şiirde bulan, hayal ve çağrışımlarla dolu mekânı okuyabilmek için bir anahtar, ya da içinde anahtarlar saklı bir sandık gibidir. Şöyle ki, satırlar arasına karışıldığında, mekânın zihin tarafından, dil aracılığıyla nasıl doldurulduğunu hayranlıkla fark ederiz. Yazarın bakış açısı şiirseldir. “Mekân, peteklerinin binlerce gözünde, zamanı sıkıştırılmış olarak tutar.” yaklaşımıyla, eser boyunca o peteklerden bal almayı sürdürür. Kitabın tam olarak yaptığı da budur.

Bachelard, sözün ve fikrin büyüleyici yanıyla alakadardır daha çok. Hatta, “Güzel gören güzel düşünür…” felsefesiyle yaşıyor ve yazıyor gibidir. Bundan dolayı, kitapta, kötü edebiyattan misaller verdiği bir iki yer hariç, negatif bir düşünceye ve bakış açısına rastlanmaz. Bu sebeple eser, tefekküre, yazar da mütefekkire daha yakın durur. Bu durum, sanki her şeyi ilk defa gören bir çocuğun, duyduğu hayranlıktan dolayı aklının ve gözlerinin kamaşması hâli gibidir.

Eşyaya bakarken onun zahirinden batınına odaklanan yazar, fikreden bir kalp olarak kurduğu cümlelerle eşyanın perde arkasını akla getirir sık sık. Çünkü varlıklar, ismiyle pek bir kıymet taşımazken, mânâsıyla asıl değerini kazanır.  Meselâ yazmayan altın bir kalem yalnızca değerli bir süs eşyası iken, yazan bir kurşun kalem, asıl mânâsını bulmuş gerçek bir kalemdir. Bir şekilde hayatımıza giren  eşya ve mekânlar da, anılar ve düşsel sözlerle dolması yönüyle bundan farklı değildir.

Bachelard, ev üzerinden misal getirirken, yalnızca maddeden ibaret olan bir mekânın, içinde yaşanılan bir yere dönüştüğü vakit, onun ikinci bir katman oluşturarak düşsel bir değer kazandığını şöyle ifade eder: “Doğduğumuz evde hülya değerleri oluşur; doğduğumuz ev yitip gittiğinde geriye kalan son değerdir bunlar. Sıkıntı odakları, yalnızlık odakları, kurulan düşlerin odakları öbek öbek bir araya gelerek düşsel evi oluşturur.” İster doğup büyüdüğümüz, isterse kiracı olarak oturduğumuz bir ev, yıkılıp gittiği halde, bizdeki hatırasıyla capcanlı durur ve yer yer rüyalarımıza da mekân oluyorsa, artık o ev, bizim için ‘düşsel bir ev’ olmuştur yazarın deyimiyle.

Mısralardan hareketle hayatın çekmecelerini açan yazar, sık sık, sözlerin zaman ve mekân tanımaz sonsuzluğuyla baş başa bırakır okuru. Çevremizde var olan ve sıradan gibi görülen şeyler üzerine kurduğu cümlelerle, hayal ve anılar arasında geçişler yaptırarak ruhsal bir mekân inşa eder. Bunu yaparken, evden evrene basamak basamak yollar açar. Soyut bir evreni, şairlerin hayal gücünün enginliğiyle doldururken, okuru da o evrene çeker. Zihnî, rûhî ve kalbî hazzın eşiklerinde dolaşan okur da, eşyaya ve varlığa bakarken farklı bir nazara kavuşur. Böylece, has edebiyatın ne olduğu konusunda fikir sahibi olan okurun, şiire ve şaire bakış açısı da bambaşka bir hâl alır.

Bachelard, “Şairlere kulak vermek gerekir.” der. Ve bunda haklıdır; çünkü “Şairleri okumak, özünde düşlemedir.” ona göre. Kendisini, düşlemenin ufuklarına dörtnala taşıyan atlar da, mısralardan başkası değildir aslında. “Ah! Filozoflar şairleri okumayı kabul etseler, ne çok şey öğrenirlerdi!” diye hayıflanır. Kitabın isminde “Mekân” ile “poetika” kavramlarının bir arada kullanılması ve eserin özünü oluşturan fikirlerin şiirlerle ete kemiğe bürünmesi önemlidir. Çünkü yazar, yalnızca bir filozof değil, bir “düşçü”dür kendi deyimiyle. Üstelik şiire karşı zaafı vardır. “Şairin şiiri, düşçüleri bir tuzak gibi kendine çeker. Ben, kendi hesabıma, bu tuzağa isteyerek düştüm.” demesi bundandır.

Elbette ki derin ve hassas bakışıyla, düşünmeyi ve fikir üretmeyi sanat haline getirmiş bir filozof olarak, hangi malzemeden nasıl bir fikir inşa edeceğini, hangi detaylar üzerinden nasıl cümleler kuracağını iyi bilir. Bundan hareketle, “Filozof, poetik hayal gücünün ortaya koyduğu sorunları incelemek istediğinde, sahip olduğu bilgileri unutmak, tüm felsefi araştırma alışkanlıklarını bir yana bırakmak zorundadır.” cümlesini kurar; çünkü aklın değil, kalbin alanına geçiş yapmıştır. Ve bu husus son derece önemlidir.

Bachelard, bir düşünce adamı olarak kalbin alanında dolaşırken, şiiri ve düşçülüğü sık sık yüceltmeden edemez. “Şiir psikanaliz kabına sığmaz, kabın her yanından taşar. Şiir, düşü daima düşleme haline getirir.” der ve onun iki boyuta birden uzandığını, “Bir şiirin psikolojik faaliyetlerini kavrayabilmek için fenomenolojik analizin iki eksenini, yani zihnin taşkınlıklarına giden çizgiyi ve ruhun derinliklerine giden çizgiyi izlemek gerekir.” sözüyle dile getirir. Çünkü şiir, aynı anda hem ruhu hem kalbi hem de aklı tesiri altına alabilir. Böylece, tefekküre lisan olma saadetine de kolayca erişir.

Şiirin enginliğinde yol alan yazar, uçsuz bucaksızlık izleniminin insanın kendi içinde bulunduğunu, bir nesneye bağlı olmak zorunda olmadığını açıklarken, bir derin dalış uzmanı olan gezgin Philippe Diole’nin serap örneğini aktarır. O, serabın bir yanılsama olduğu üzerinde durmaz; onun, gezginin içindeki denizle ilgili olduğunu belirtir. Ovanın, denizin, gecenin ve şiirsel hayal gücünün uçsuz bucaksızlığını öyle çarpıcı alıntılarla dile getirir ki mısralarına yer verilen şairler birer filozof, bir filozof olan yazarın kendisi de şair kesilir. Böylece Bachelard, görünen evrenden görünmeyen evrene, maddeden mânâya çağrışımlar içinde zevkle dolaştırır okuru. İçimizde uzanan sonsuz hayal gücü de bizi gönüllü olarak bu akıntıya çeker.

“Mekânın Poetikası”, bir yandan düşler kitabı, bir yandan da tefekkür kitabı olarak pekâlâ okunabilir. Mesela Rilke’nin, “Ağaç, tadını yavaş yavaş çıkaran/Tüm gök kubbenin” mısralarıyla dile getirdiği ceviz ağacı için, Bachelard şöyle der: “Varlığın kalıcılığını resmeden hayalleri toplayabilseydim, bu somut metafizik albümde Rilke’nin ağacı kalın bir bölüm oluştururdu.” Şair O.W. Milosz’dan yaptığı bir alıntı ise, onunla birlikte okuru da büyüler: “Sessizliğin kokusu öyle yaşlı ki…” bu bir tek mısra bile, herkesin kendi sessizliğinden, ilk insana kadar uzanan evrensel sessizliğe gidebilir. Böylece her şey, gözümüzde bambaşka bir hâl alır; sessizlik bile. Elbette ki şairlerden yola çıkarak.

Mekânın Poetikası, “Yas Günlüğü”yle birlikte son zamanlarda karşıma çıkan iki çarpıcı kitaptan biri oldu. Acelesiz hatta bir salyangoz hızında, altı çizile çizile, kenarına notlar düşüle düşüle okunasıdır. Zaten, yazar, acelesiz bir okuma için yazdığını, kendi ‘okur’larının da yalnızca onlar oluğunu belirtir. “Düş kuran fikirler vardır.” İşte o fikirler, düşünmeden ve düş kurmadan okunup geçiştirilemez. Mademki, “Çoğu kez tek bir sözcük bile bir düşün tohumudur.” öyleyse, bir tohum hükmünde olan o bir tek kelimenin peşine düşerek, bir hayalden diğerine, bir fikirden ötekine yol almalıdır.

 Bachelard’ın gerçekleştirdiği düşsel okuma ve tefekkürün benzerlerini, bizim şairlerimizden hareketle yapacak kalemlere ne çok ihtiyacımız var. Yazarın, kitabın henüz başlarında söylediği söz, eli kalem tutan herkes için bir çağrıdır aslında: “Herkesin kendi yollarını, kendi kavşaklarını, oturduğu bankları anlatması gerekir. Herkesin, yitirdiği kırların kadastrosunu çıkarması gerekir.” Çünkü herkesin penceresine yansıyan gün ışığı aynı gün ışığı olsa da oluşturduğu yankı bambaşkadır. Üstelik, Emerson’un deyişiyle, “Herkesten öğreneceğimiz bir şey vardır.” Söze, kitapta yer alan bir şairin, Jean Wahl’in mısralarıyla son verelim: “Peşpeşe gelen çitler/İçimdesiniz aslında.”

2 thoughts on “Sözün Şiir Tarafı: Mekânın Poetikası

  • Meryem

    Uzun zamandır merak ettiğim, hatta üç beş sayfasını okuduğum kitap: mekanın poetikası. Onu okuma isteğimi tekrar dirilttiniz. Umarım bu defa okurum.
    Kaleminize ve dahi gönlünüze sağlık.

    Yanıtla
  • Metin Yıldız

    Yazıyı okuyunca sözü ecilen kitabı mutlaka okumam gerektiğine inandım. Turgay Bayburt çok temel, çok güzel kitaplardan söz açıyor ve özlü bir kütüphane seçkisi oluşturuyor adeta. Bu tür yazılarına devam etmesini dilerim bir okur olarak

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.