Mervâ Babacan

Kese Kâğıdını Beklemek

Okuma süresi: 3 dakika

Kapının iki yanında duran pencerelerden sızan güneş, neredeyse tüm odayı doldurdu. Öğleden ikindiye kayan vakit, sıcaklığı tüm hararetiyle hissettiriyordu. 

Uzun salonu dolduran tek kanepe biraz eskimişti. Kapıdan tarafa bakan kolluğunun rengi öyle solmuştu ki, koltuğun diğer tarafından ayrı bir parçaymış hissi uyandırıyordu. Üzerinde oturan toplamda sekiz göz, kapıya doğru dikkat kesilmiş, sanki bir şey beklemekteydi. Yaz gününün bayıltan sıcağı onları da etkilemiş olacak ki, gözler ara sıra tatlı bir uykuya bırakıyordu kendini. Tam uyku sayılmazdı aslında. Ufak bir kestirmeydi onlarınki.

Babaanne koltuğun güneşi az gören köşesine oturmuş, elindeki tesbihin tanelerini yavaş yavaş okşuyordu. Tesbih tutmayan diğer eli başına destek görevi görüyor ve düşen gözlerine yardımcı oluyordu. Gözleri kapanmadığı an, o da diğerleri gibi kapıya dikkat kesiliyor, bir süre baktıktan sonra vazgeçerek tesbihine geri dönüyordu. 

Hemen yanındaki iki küçük kız çocuğu -birisi babaannenin dizine, diğeri onun üzerine yatmış şekilde- sessizce ortama ayak uyduruyorlardı. Babaannenin dizine yatmış olan ara sıra kapıya bakmak için hamle yapınca, diğeri hemen doğruluyor, ablasıyla beraber kapıyı gözlüyordu. Büyük olan uykuya daha meyilliydi sanki. Ancak yine de kapıyı merak ediyordu.

Küçük olan, ablasının beline doğru yatmış, elindeki oyuncağı bir o yana bir bu yana döndürüyordu. Odaya hakim olan sessizlikten ve baygın havadan o da nasibini almıştı. Bir kaç kere konuşmaya ve soru sormaya yeltenmiş, birinde cevap alamamış, diğerlerinde susması ve yatması yönünde telkinlerde bulunulmuştu. O da sonunda pes etti. Şimdi tek yaptığı, kapıya ufak gözleriyle meraklı bir bakış atmak ve elindeki oyuncakla hayallere dalmaktı. 

Kızların hemen yanında anneleri oturuyordu. İki ayağını altına almış, kanepenin diğer koluna doğru yaslanmış ve o da elini başına dayanak yapmış haldeydi. Güneş alan tarafa doğru oturduğundan, yüzünün bir tarafı hafif kızarmıştı. Az biraz terlemişti de. Alnında ve dudaklarının üstünde oluşan boncuk terleri ara sıra yazmasıyla siliyor, sonra yelpaze niyetine salladığı eliyle kendisine serin hava yapıyordu. Omuzları çökmüş, göz kapakları ağırlığa dayanamaz olmuştu. Ufak bir ses onun da başını kapıya doğru döndürüyordu döndürmesine de, onun gözleri diğerlerinin ki gibi açılmıyordu. Aynı mahmurlukla bakıyor sonra aynı halde başını koluna dayayıp şekerlemesine devam ediyordu. O an düşündüğü herhangi bir şey yok gibiydi. Bazen gözleri açılınca yapacağı yemeği düşünüyor fakat çok fazla düşünmeye fırsat olmadan gözleri kapanıveriyordu. Hem sıcak hem bu sessiz ortam onları iyice sersemletmişti. 

Az sonra kapıya bakmalar azalmış, gözler iyice kapanmıştı. Babaanne yavaştan horlamaya bile başlamıştı. Gözleri tek açık olan ablasının beline doğru yatmış olan küçük kızdı. Hala elindeki oyuncağa bakıyor, biraz sonra ona getirilecekleri düşünüyordu. 

Nice sonra gözlerin aynı anda açılmasına sebep olan küçük kızın tatlı, tiz sesi oldu:

“Dedeeeeeeeee!” 

Biraz önceki şekerleme taifesi yerlerinde kıpırdanmaya başladı. 

Anne gözleri ilk açılan oldu. Üzerinde hala uyku sersemliği vardı fakat ayağa kalkıp yazmasını düzeltmekte acele etti. 

Babaannesinin dizinde yatan kız, gözlerini açar gibi oldu sonra vazgeçti. Uyku onu çoktan içine almıştı. Başının altından çekilen diz onu uyandırmadı, sadece yönünü değiştirmesine sebep oldu. Öyle tatlı uyuyordu ki kimse onu uyandırmaya kıyamadı. 

Sıcak havaya rağmen, babaanne yan odadan incecik bir örtü getirip torununun üstünü örttü. Sonra elindeki tesbihi şalvarının içindeki, sadece tesbih için dikilmiş olan, küçük cebe koydu. O da gelini gibi beyaz yazmasını düzeltti ve kapıya doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı. Yaşıyla beraber artan ağrıları onu hızlı yürümekten alıkoyuyordu. Yine de “bey”ini karşılamak üzere ağrılarıyla birlikte yürüdü. O kapıya gelemeden dede çoktan eve selam vermişti. Az evvelki mahmur gözler bu gelişe mutlulukla gülümsedi. 

Küçük kız dedesinin elinden tutup bacağına yapışmış, onun yürüyüşüne eşlik etmeye çalışıyordu. Aynı zamanda bir gözü dedesinin diğer elinde tuttuğu poşetteydi. Poşetin açılması için adeta sabırsızlanıyordu. Annesi bir ara poşeti almak için davrandı, dede bacağındaki küçük kızı gözleriyle işaret ederek poşeti geri çekti. Anne anladı, gülümsedi. 

Dedenin oturup soluklanmasını en çok isteyen küçük kızdı. Elini bırakmadan dedeyle birlikte uzun salondaki tek kanepeye -ablasından kalan boş yere- oturdu. Dede tüm şefkatiyle küçük kızın başını okşadı. Gözlerinin yanındaki çizgiler iyice belirginleşene kadar tebessüm etti. Küçük kızın bu bekleyişi onu hep mutlu ediyordu. Nitekim onun ısrarcı ve meraklı bakışlarına daha fazla dayanamayıp poşeti açmaya başladı. Açtıkça küçük kız dizlerinin üstünde doğruluyor, poşetin içindekini bilmesine rağmen görmeye çalışıyordu. 

Poşetin içindeki kese kâğıdının açılmasıyla küçük kızın gözleri kocaman güldü. Yiyeceği ilk taneler her zaman olduğu gibi dedesinin avucunda önüne uzandı; leblebi ve kuru üzüm. En sevdiği.  Kız iştahla yemeye başladı. Dedesinin avucundakiler bir çırpıda bitince kese kâğıdını küçük elleriyle sarmaladı. O an dünyalar onun oldu, hiç bitmesin istedi. Tüm mutlulukları kese kâğıdının içine sığdı böylece…

One thought on “Kese Kâğıdını Beklemek

  • Hikmet

    Ne mutlu böyle bekleyecek dedesi olanlara. Acaba o dededen başka bekleyecek kimse yok mu, sorusunu getirmek istemiyorum ama…
    Eve gelen büyüklerden bir şey beklemenin ne demek olduğunu bilirdik biz çocukken. Gurbetten bir abi, amca, teyze gelirdi mesela. Sokakta birbirimize sorardık. “Sana ne getirmiş?” İlle bir şey getirmiş olurdu.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.