Can Yesari

köye mersiye

Okuma süresi: 3 dakika

bu memleketin bir yerlerinde evvel zamanlar
evvel zamanlar içinde uzak köyler
o köylerde kendi kaderiyle yaşayan
insanlar olurdu..

dar yol, harabe ev, sarkık saçak,
dökük duvar, ahşap çıkma,
kambur şahniş, yorgun dikme,
birbirine omuz vermiş
evler olurdu..

yarı yatık saçak,
badanasız kerpiç, tahta kerevet, tenha avlu,
tozlu yol, çorak toprak, kara saban,
tarlalardan alın teriyle kazanılmış
kara ekmek olurdu..

isli kandil şavkında akşamlar,
ocak başında kaynayan tarhana,
bir fatımlık soğanın katık edildiği bulgur,
ekşi köpüklü ayran,
erik kurularından hoşaf,
sarımsaktan hevenk,
dam uçlarında asılı bostan,
mısır püskülünden tavanlar
ve tavan yarıklarından sofralara dökülen
yıldızlar olurdu..

varsa iki koyun bir öküz
yoksa tok bir yürek, vakur bir yüz,
bunu da veren Rabbe şükür,
şükürsüzlüğün adı
dilenmek olurdu.

bir köşede dilinde dua yaşlı kadınlar,
nasırlanmış eller arasında
secdeye konan başlar,
yerden o hiç kaldırılmayan seccade,
üzerinde her biri bir hak ismi tesbihler,
namazın bitmesini bekleyen çocuklar,
masalını evvel zamanlardan devşiren
ihtiyarlar olurdu..

dolunay bahçelerinden geceler,
kaf dağlarında rüyalar,
rüyalarda büyüyen sabiler,
iri gözlü devler,
onların kovaladığı cüceler;
ama muhakkak iyilerin kazandığı
mutlu diyarlar olurdu..

gün doğmadan kalkan;
avlu kapıları, ahşap pencereleri
ardına kadar meleklere açan
ve çocukları bu nimetlere çağıran
pamuk yüzlü nineler olurdu..

o ninelerin bütün gün sallayıp durduğu yayıklar,
yayıkların başında bir damla katık bekleyen
daima kederli yüzü,
papuçsuz ayakları, yırtık pantolonlu, yamalı entarili
çocukları olurdu..

tahtadan oyuncak, makaradan araba,
bohçadan bebek, iplikten süvari;
köyleri basan eşkıyalar,
o eşkıyaları paralayan yiğitler,
ırmağa giden yarışlar,
suyun bağrında sönen
güneşler olurdu..

sonra dağ eteklerinde açan
baharlar olurdu:
kızaran laleler, titreyen gelincikler,
köhne hane misafirleri leylekler
sokakları yalayıp geçen kırlangıçlar,
asmalı mescitler,
şen şakrak imamlar, gür sesli hafızlar,
yediveren güller, pencerelere dolanan sarmaşıklar,
avlu kapılarına vuran ikindi güneşleri,
sükûnetle çoğalan akşamlar olurdu..

ve kederler..

umutsuz sevdalar olurdu:
yaralı yürekler, dertli maniler, yanık türküler,
feryat figan bozlaklar,
efkârını yere çalan zeybekler,
bozkıra sığmaz, dağlara güvenmez efeler,
çaresizliğin, fakirliğin iki büklüm ettiği,
iki büklüm edip de sevdiğinden ayırdığı
yiğitler olurdu..

susmanın ve kabulün büyüttüğü
on üçünde gelinler,
küçücük kar gibi ak ellere kan gibi düşüvermiş kınalar,
gurbet memleketler;
daha ne ana, ne baba ne kardeş yıllar,
yüksek yüksek tepelere uzanan yollar
ve çocuk yüreği hiç büyümemiş
bahar başağı gelinler olurdu..

sırtında bebesi,
akşamları fırın önlerinde,
geceleri hasır tezgâhlarında,
gündüzleri saban ardında, dik yürüyüşlü, şahin bakışlı,
ocakbaşında bir sırt çırpının yalazında iki kaşık çorba kaynatan,
iki çuval una bir yaz didinen,
didinip bir avuç ekmek edinen,
o ekmekle yedi çocuk büyüten
dağ gibi kadınlar olurdu..

köylerde kış ayazları olurdu.
dolardı hanelere mısır püsküllü çatılardan,
dam uçlarında sarkan buzlar olurdu:
dam uçlarında zemherinin keskin dişleri,
hamsinin sivri tırnakları..

geçip gitti zaman.
kayboldu o eski çağ insanları..

yahut daha beteri değerli okur;

kaybolmadı da ben kaybettim içimde o sevdayı.
bir sürü sebepten veya sebepsizlikten
biliyorum zannettiklerimi aslında hiç bilemeyişimden
o hayal, o özlem, o düş alıp başını gitti yüreğimden.

o hüzünlerin, o yoksulluğun içinde
kapandı kapılar, örtüldü pencereler,
deseydim de bitseydi bu hikaye
ve geriye sancısız bir hatırlayış bırakabilseydi..

bu memleketin bir yerlerinde evvel zamanlar
evvel zamanlar içinde uzak köyler
o köylerde kendi kaderiyle yaşayan
insanlar olurdu..

dedim ya
öyleydi herhalde..

yahut biz bir zamanlar hep öyle zannettik..

en kötüsü de bu ya!

One thought on “köye mersiye

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.