Tanrılarımızı Öldürmek
Tanrı nedir, sorusuna insan sayısı kadar doğru cevap vermek elbette mümkündür. Ama bana sorsaydınız şöyle tanımlardım: Eleştiremediğimiz her şey ve herkes bizim tanrımızdır. Eleştirilmeyi ve eleştirileri hazmedemeyen insanların içinde de bir tanrısallık olduğundan söz edebiliriz. Onların yanlış yapma veya yanlış bir şey söyleme ihtimalleri yoktur; mutlak, kesin ve değişmeyen doğruları vardır. Ki bu tür insanlardan uzak durmayı tercih ederim.
Ergen yaşlarımdayken, okulda, cahiliye devri insanlarının helvadan putlar yapıp onlara tapmalarını zihnimde bir yere oturtamamış ve anlayamamıştım. Dünyada yarım asırdan fazla yaşadıktan sonra gördüm ki insanların çoğu putperesttir ve kendi yarattıkları tanrılara tapmakta ve tüm iradesini ve aklını onlara teslim etmektedir.
Pekiyi de bizim tanrılarımız kimler ve neler?
İnsanların en büyük tanrısı devlet! İnsanlar Allah’a inanırlar ama devlete taparlar; her şeyi ondan beklerler, devlet işine girmek en büyük amaçları arasındadır. Devlet ne yaparsa yapsın; doğrudur; sen devletten daha mı iyi bileceksin, mottosunu ağızlarına pelesenk ederler; devlet ile birey herhangi bir alanda karşı karşıya geldiğinde, birey haklı olsa bile herkes devletin tarafını tutar. Şey Edebali’nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Sözünü her fırsatta söylerler ama “Devlet olmazsa…” “Sözkonusu devletse (vatansa) geri kalan her şey teferruattır.” derler. Oysa ki devleti kuran insandır. Devletin görevi insana hizmet etmektir ama insanlar devlete hizmet etmekle övünürler; öyle ki canlarını bu yolda feda etmeye hazırdırlar ve bunu da severek yaparlar. Delisaçmasıdır bütün bunlar.
İnsanlar liderlerine taparlar, tanrılaştırırlar ve onların hata yapma ihtimali yoktur. Yaptıysa da vardır bir hikmeti. Ömürlerini onların söz ve davranışlarının doğruluğunu anlatmak ve tevil etmekle geçer.
Aşık Veysel der ki: Sendeki güzellik neye yarar bu bendeki aşk olmasa? Cemil Meriç de: “Kitaplar, kadınlar, şehirler, metruk kervansaraylar gibi boş. Onları dolduran senin kafan, senin gönlün.” (Bu Ülke)
Taptığımız, kendimizden fazla bile değer verdiğimiz şeylerin hepsi aslında boş. Bazı okuyucu bana kızacak ama ben buna bayrak, vatan ve millet kavramlarını da ilave edebilirim. Esas olan insandır efendim. Gerisi boştur. Diğerlerini kutsallaştıran ve tanrılaştıran insandır, zehirli propagandaya maruz kalmış insan beynidir. Köleleştirilmiş insandır. Bütün sistem insanı köleleştirmek üzerine kurulmuştur.
Kendi yarattığımız tanrılarımız elbette bunlarla sınırlı değil. Camiler de buna dahildir, para da kadın da… Her köşe başına boş camiler dikmek ve böylece müslümanlığı yaydığını veya çok iyi bir şey yaptığını düşünmek cehalet değil de nedir? Bu, Allah’a tapmak değil camiye tapınmaktır.
Siz bunları çoğaltabilirsiniz… Kendi yarattığımız yüzlerce tanrının arasında boğulup gidiyoruz ve beynimizi köreltmekle kalmıyor, özgürlük alanlarımızı sınırlayıp bir kafesin içine atıyoruz kendimizi. Küçüklüğümüzden itibaren bize öğretilenleri doğru zannedip kendi seçimlerimiz sanıyoruz. Köleleştirildiğimizin o kadar farkında değiliz ki özgür olduğumuzu düşünüyoruz.
Özgürlük; yapmak istemediğin şeyi yapmamaktır; sana sunulanların içinden birini yapabilmek değildir.
Tanrılarımızı öldürelim, helvadan putlarımızı yiyelim ve özgürleşelim; belki o zaman hayatımızda birşeyler değişebilir.
Aslında, kişilere ve bakış açısına göre farklı değerlendirmeler de yapılabilir. Normalde ortaya konulan yazılara ve fikirlere farklı bakış açısıyla, karşı yazılar yazılabilir. Vaktiyle gazetelerde böyle yapılmış. Bu da bir zenginlik olur.
Acaba tanrıları öldürmek yerine biz de yesek nasıl olur diye düşündüm bir an, o tanrıcık olma hastalığı bulaşabilir diye düşündüm sonra. Töbe töbe. Yine de putları yemektense kırmak iyi. Bu arada sanırım Edebalı’nın bir sözü yok. Tarihçi değilim bilmem tabi. (Aslında Edebali var mı acep?) Ona atfedilen sözlerin çoğu Tarık Buğra’nın romanından. Bir de geç Osmanlı döneminde söylenen bazı şeyler olabilir. Neyse, o bahiste aklıma M. Torun’un dizesi geldi: “İnsanı yaşat ki devlet öldürsün, bu bir…”
“ibrahim,
içimdeki putları devir
elindeki baltayla;
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim?”
Asaf Halet Çelebi’nin şiirini hatırlattı yazınız. Kaleminize sağlık!
Kaleminize Sağlık
Tanrilastirilmis olanlarin öldürülmesi dileğiyle
Bakış açısı olmasından ziyade insana yeni ufuklar açan bir yazı olmuş. Elinize sağlık
Türk’ün en büyük tanrisi devlettir, baska tanrilar ondan sonra gelir… Allah’a, peygambere karsi gelen, envai cesit günahi aciktan isleyen hatta onlara söven bile “vatanini milletini seven” biri oldugu sürece türklerin arasinda yasayabilir, el üstünde tutulabilir ama devlete tek kelime etmeye kalkisirsa ne olursa olsun (peygamber gibi yasasa bile) giyotine kadar gidebilecek yaptirim silsilesine razi olmak zorundadir.
Türklerin en dindar gecinen adamlari bile “devlet icin” oldugu sürece, coluk, cocuk, kadinlarin katledilmesi dahil, yeryüzünde yapilabilecek her türlü fesada bile canak tutup bunun icin sala okuyabilir, fetih okuyabilir, camilerde duaya cikabilirler…. söylediklerimin dogruluguna delilim sudur.. kendisi sapkin ilan edilen(tekfir), cocuklari ve kadinlari mericlerde bogulmaya mahkum edilen, kadinlarina cariye / mallarina ganimet fetvasi verilen..hapislere, sürgunlere mahkum edilen adamlar bile, tüm yasadiklarina ragmen hala “devletimin, milletimin itibari” diye dertleniyor….Türkün devlete tapinma sadakati yeryüzünde bilinen hicbir tanriya nasip olmamistir…