Ağır Adım Gezmek
Zihne nakşedilen ve türlü renklerle bezenen nice hayali tablo, gezilip görülecek yerlere gitme şevkini artırır. Önceden duyulan ve okunan her şey, görülen nice fotoğraf, içimizdeki merakı çoğalttıkça çoğaltır. Bundandır ki bir yerlere gitme arzusu canlılığını kaybetmez gönlümüzde. Kısmet olur mu olmaz mı, orası nasip tabii. Ama, hayattan duyulan haz, yeni yerler gezip görmekle, yeni tatlar keşfetmekle artıkça artar. Sonradan defalarca açılıp okunmak üzere, kalbimizde anılardan katmanlar oluşur. Bu sebeple gezinin de şiire benzer bir yanı vardır.
Vardır lâkin, bir şeyden aldığımız hazzın şiddeti, mutlulukla, yaşla, sıhhatle, aile ve arkadaşlarla yaşanıp yaşanmadığına göre değişiklik gösterir. Böyledir; çünkü bakış açımız değişkendir. Mesela ilk gençlikte nazarımıza çarpan ve bizde sevinçler çoğaltan bir manzara, ilerleyen yaşlarda hüzünler verebilir. Tek başına dolaştığımız bir şehir hüzünken, sevdiklerimizle mutluluğa dönüşebilir. His ve düşünce yoğunluğu ya da lezzetin şiddeti kimi zaman dostlarla kimi zaman da yalnız başına kaldığımızda katmerlenir. Yine de kişilere, kişilerin beğeni düzeyine göre değişir her şey.
İtiraf etmeliyim ki yeni gezilerimde öncesinin sevinç ve heyecanından eser yok. Galiba bundan sonraki bütün seyahatlerimde benzer bir heyecan kaybı olacak bende. Peki neden? Çünkü zaman yaşlandı. Çünkü gençliğin uçarı günleri geride kaldı; ilk sebep bu. Öte yandan, bir işgali aratmayan şu kara günler bitmek bilmiyor. Hem bu bitse, insan kaynaklı nice zulüm en parlak devrini yaşıyor. Şincan bölgesi mesela, Ukrayna, Filistin; hain diktalar, çiğ insanlık, Epstein… Nasıl mutlu olacağız? Nasıl?
İçime dönüyorum. Yine de gezmek ve yaşamak gerekir diyen cılız bir ses geliyor oradan. Ümitler sönmüş değil. İyiler ve iyilikler ölmüş değil. Hem yeni bir çağ yeşeriyor her yerde, sevin… İşte, böyle olsa da yine de soruyorum kendime, şayet genç olsaydın, sevinir miydin gezip görmekle?.. ‘Evet,’ demekte zorlanıyorum. Bu sebeple, sevinç ve lezzetlerimiz, kışları içeri aldığımız yaz çiçekleri gibi ürkek ve kırılgan şimdilerde…
Hâlbuki, çok değil, on yıl önce, içimde hevesli bir gezme, gezdiğim yerleri keyifle yazma arzusu vardı. Zaten insanda, görmediği yerlere karşı ince bir merak, ışıklı bir iştiyak olur hep. Şu hayatın kalın kitabında en geniş sayfalar arzulara ayrılmıştır, malum. Ama arzular da bir sevda, bir aşk gibidir; kavuşma olunca söner. Bende de öyle oldu. Şaşılacak bir şey yok bunda.
İşte, şimdilerde, çocukluk hayalim olan ülkelere gelince ve bu hayaller ulaşılabilir olunca, ki büyük bir nasiptir bu, yaşanan ve acıtan onca karmaşanın da tesiriyle farklı bir duyguya kapıldım. Evet, yine başka yerler görme arzum var; ama bu, kıpır kıpır bir arzu değil, ağır adım. Aynı şey, yazmak ve pek çok şey için de geçerli aslında. Yaş, kırkı çoktan geçti. Giovanni Drago duruldu. Olağan bir durum bu.
Peki, ama çöküp kalmalı mıyız olduğumuz yere? Bekleyişler odasında ölüp gitmeli miyiz? Elbette ki hayır. Bilakis, elemin tozu toprağıyla, ümidin gözyaşıyla, belki bir termit yavaşlığında, kendi balçık kulemizi dikmeliyiz. Evet, üretmek direnmektir. Tebessüm direnmektir. Bir kitap, bir kalem, bir resim, bir beste direnmektir. Yeni yerler görmek, yeni tatlar keşfetmek direnmektir. Direnmek, sıcacık bir ekmeği böler gibi paylaşmaya benzer sevinci ve iyidir.
Ağır adım gezmek diyordum…
Çok beğendim. Teşekkürler Biraz yaslandigimi hissettirdi bu yazı bana.
Yaşlarımız geçiyor, evet. Bir de şu yıllarda ekstradan bir on yıl yaşlandık. Belki hissettiğimiz yaşımız büyüdü. Şikayet yok. Allah’a sonsuz şükür.