Dikkatli Bakış
Günlerden öylesine bir gündü. Şam civarında, eski bir manastırda bir rahip, yani Bahira, gelmekte olan kervana dikkat kesildi. Kervan yürüyor, bir bulut da onlarla geliyordu. Sonra kervan durdu; bulut da durdu. Bu işte bir iş vardı.
“Çağırın,” dedi rahip. “Gelsinler; misafirimdirler, yiyip içsinler.” Kervanbaşı, yani Ebu Talip şaşırdı ve kabul etti. Daha önce ondan böyle bir şey görmemişti. Manastıra girdiler; rahip geldi. Meraklı bir hâli vardı; belliydi. Dedi: “Gelmeyen biri kaldı mı?” Çünkü bulut hareketsiz kalmıştı.
Dediler: “Evet; içimizden bir çocuk. Ebu Talip O’nu nöbetçi bıraktı.” “Çağırın,” dedi rahip, “O da gelsin. Bugün bir tek kişi bile kalmasın.” Haber gitti; bulut da hareket etti. Nihayet, beklenen gelmişti. Rahip O’na dikkatle baktı. Baktı ama sanki kalbi duracaktı.
Sonra peş peşe sorular sordu: “Bu kimdir; senin neyindir?” Kervanbaşı dedi: “Oğlumdur.” “Hayır,” dedi rahip. “Oğlun olamaz. O’nun babası yaşamayacaktı.” “Doğru,” dedi kervancı, “amcasıyım.” “Peki,” dedi. “Ya annesi?” Dediler, “O da aramızdan ayrıldı.”
Rahip sordu: “Dikkat çeken hâlleri nedir?” Dediler: “O dürüst, merhametli ve de zekidir; üstelik son derece terbiyeli.” Sordu rahip: “Sırtında mühür var mı?” Zira yalnız bir işaret kalmıştı. Baktı ve gördü; kalbine sürdü. Gördüğü en son Resûl ve “Nebiler Mührü”ydü.