Düş
Ev cümle kapısından on metre sonra başlar. İki yanı ağaçlarla ve çiçeklerle bezeli bu kısa yol sokağı seyretmek isteyenlere dinlence yeri olur. Kah beton zemine minder atılır kah eski bir sandalyeyle seyre varılır. Havaların ısınmasıyla dışarda demirbaş görevi gören bir iki sandalye ile bir kaç yırtık minder vardır Nasıl olsa. Bundan sebep girenler daima oturacak bir yer bulurlar kendilerine. Yok oturmak istemezlerse yerden beş basamak yukarıda olan, hem evin girişi hemde balkonu vazifesini gören uzunca bir veranda karşılar gelenleri. Balkonumsu veranda. Bir bölümü kilimlerle ve minderlerle döşenmiş açık oturma alanı. Öyle ya açık da olsa evin bir parçası. Az ilerde evin giriş kapısının hemen sağına alelade konulmuş eski bir kanepe. Yere oturamayan olur uzanmak isteyen olur. İş görsün. Yalnız kanepenin manzarası şahane. Çatıdan sarkan asma yapraklarının arasından sızan Güneş’le birlikte ön taraftaki küçük bahçe. Bahçenin ev tarafındaki sınırına özellikle dikilen Reyhan kokusu gelir ara sıra. En çok rüzgar eserken. Balkondaki fesleğene karışır kokusu. Herkes memnun hayatından.
İşte o eski kanepeye, Reyhan ve fesleğen kokusu karışmışken, güneş asma yapraklarının arasından Nazlı nazlı süzülürken, sıcak bir ağustos günü tam ikindi vakti şöyle bir uzanıverdi genç Adam. Sokaktan yavaşça bir araba geçti. Adam göz ucuyla baktı başını kaldırmadan. Bildi kimin arabası olduğunu. Sonra ses bitti. Yalnız ağustos böceklerinin ötüşleriyle rüzgarın az biraz serinlik veren sesi vardı. Huzur. Adam kafasının altına yastık koyma gereği duymadan upuzun yattı. Kollarını geriye attı. Rüzgarın tüm bedeninde serinliğe dönmesini bekledi. Gözlerini kapatınca yoğun ışıktan arta kalan bir beyazlık oluştu kendi karanlığında. Sonra sağ kolunun dirsekten aşağısını gözlerine siper etti. Az da olsa kurtuldu beyazlıktan.
Ne var ki uyumak değildi niyeti. Bu sıcak yaz gününün mahmurluğuna eşlik etmekti. Beyni uyuşmuş gibiydi mahmurluktan nasibini aldı. Düşünmekten vazgeçti o an. Sağ kolunu kaldırıp gözünü açtı. Asma yapraklarının arasından sızan Güneş’i görmeye çabaladı. Böylelikle gözünü her kırpışında bi yerlerde ışıklar belirdi. Az sonra geçerdi.
Açık duran ev kapısına baktı. Bir anda kapı eski rengine boyandı. İçeriden
beyaz yemenisiyle anneannesi çıktı. Elinde bir tas yemek. Koltuğunun altında yamalı sofra bezi.Kanepede yatana gülümsedi. Kafasıyla yerde kuracağı küçük sofraya davet etti. Önce sofra bezini serdi sonra yemeği tam ortaya koydu. Şöyle bakınca hep unuttuğu ekmek geldi aklına. Ardına döndü. Konuşmadı ama derdini anlattı. Adam sanki ekmek getirecekmiş gibi doğruldu kanepeden. Doğrulmasıyla anneannesinin gitmesi bir oldu. Alnında birikmiş terleri elinin tersiyle sildi. Hava çok sıcaktı. Ondandı bütün bunlar.
Acıktığını hissetti sonra. Kalkıp mutfağa gidecekti. Ne alacağı belliydi. Yamalı sofra bezi. Tasa konulmuş yemek. Ve ekmek.. Unutmamalıydı…
Ne güzel bir yazı. Yazar keşke biraz daha devam etseydi. Tadı damağımızda kaldı.
Düşün icindeki eve misafir olasum ve de kurulan sofraya oturasim geldi acaba yazar misafir kabul edermi sofrasina 😊
Ben bu yazıda yazarın bu kadar kısa bir metinde oluşturduğu yoğunluğu ve kurduğu atmosferi sevdim, benim için çok çağrışımlı bir öyküydü üç defa okudum.
Icimi isittiniz terlemeyi ozledim teskkurler.