İrfan Arslan

Gün Evini – 9 / Kiralık köleler, seher vakti servis bekleyen fabrika işçileri vs…

Okuma süresi: 4 dakika

24 Eylül, Salı

Sabah balkonda oturuyorum bazen. Daha güneş doğmadan aşağıda anayolda gelenler, gidenler, otomobil, minibüs, otobüs… İşi gücü olan, bir zamanlar benim de dediğim gibi “Elleri boş gezenler, benim için de gezin! Kollarım koptu.” diyen insanlar olmalı bunlar. Sonra yola çıkan kadınlar, erkekler görüyorum. Daha güneş doğmamış, yolun bu yanında öte yanında bekliyor, yanaşan bir servise binip gidiyorlar. Kimi o tarafta, kimi bu tarafta bir fabrikaya, işe. Çoğu bırakın kahvaltı yapmayı, bir bardak çay, bir fincan kahve bile içmeden çıkmış olmalı. Aklıma kim bilir ne zaman dinlediğim bir şarkı geliyor. “Bir mavi otobüs gelirdi, seni alır giderdi…”

İnsanın bir mesaisi olmasının en büyük faydası günü planlamaya yardımcı olması sanırım. İşe gideceğim, şu saatten şu saate kadar orada olacağım bu kesin. Aradaki küçük boşlukları, arta kalan zamanı nasıl değerlendireceğim peki, diye düşünüyor insan. Süreğen bir boş vakti planlamak, şurasında şunu, burasında bunu yapayım demek dar vakitleri planlamaktan daha zor.

Gerçekten. Bu böyledir.

Birazcık yürüyeyim dedim bugün, evde zihnimi toparlayamıyorum. Elime bir defter, bir kitap aldım. Koruda piknik masaları var, oturur kitaptan bakmam gereken yere bakarım, deftere bazı notlar alırım belki diyordum. Baktım masaların bazının üstünde, hepsinin altında çerçöp var. Hevesim kaçtı. Bulutlara, servilerin tepesine, çamların altına bakarak yürüdüm sadece. Dönüşte bir iğdenin altında, banka oturdum dinlendim biraz. Üstümdeki iğde, rüzgara açık bir yerde, gövdesi büklüm büklüm olmuş, dalları şemsiye gibi üstüme geliyor. Saygıdeğer bir ağaç arkadaş. Çevresinden tecrit edilse, bir tepede yalnız olsa mesela ne kadar yakışıklı olduğu daha iyi görünürdü. Mavi çiçekli hindibalar var, çimlerin arasında. Günlük fidanlarından kırmızı, sarı yapraklar dökülmeye başlamış. Park elmaları, alıç boyunda, yaban ellerden gelme… Güz işte. Güz böyle olur zaten.

Elimdeki kitabı defteri açmadan dönüp geliyorum eve. Kahve ve soda aldım marketten. Bu da bir şeydir.

27 Eylül, Cuma

Yeğen koca bir kamyon mal indirmek zorunda kalmış bugün, ondan şikayet ediyordu.  İşe bilgisayarcı diye almışlar güya. Her yere koşturuyorlar, olur olmaz her yükün altına girmek zorunda kalıyor. Yükü indirmek için “amele pazarından” bir yardımcı bul demişler sanırım bir de.  Hâlâ böyle bir yer olduğuna şaşırmış delikanlı. “Ben,” diyor, “onu Kemal Sunal filmlerinde filan olur sanıyordum. Bugün gittik amele pazarına adam seçiyoruz. Bu ne ya böyle bir şey olur mu köle almak gibi bişey resmen. Onu da beğenmiyorlar bir de adam yaşlı bilmem ne diye. Benim gibi bir şey bulacakmış da bin liraya taşıtacakmış. Dedim ki “Abi, ben kadar malını bulmak için amele pazarına değil mal pazarına gitmen lazım.” Sonra devam ediyor. “Amele pazarı çok ayıp ya çok. Biz bu adamlarla hiç aynı kafada değiliz de hadi bakalım…”

Halası lafa karışıyor. “Maalesef, çok itici adı bile, ama bir ara işe giderken yolumun üstünde vardı öyle bir yer. Her gün yanından geçiyordum. Gerçekten öylece bekleşen insanlar vardı ve seçilmek için koşuşuyorlardı birileri gelince.”

Kendi emeğini satabilmek için birbirini ezen kiralık köleler.

Zaten yeterince üzülmüşler, gerilmişler, bu sefer bilgiçlik taslamayayım dedim. Yoksa ülkemizdeki ilk işçi hakları düzenlemelerinde kullanılan terminolojiden ameleye “kiralık köle” gözüyle bakıldığının anlaşıldığını söyleyebilirdim mesela. Ya da ne bileyim, kardeş cumhuriyetlerde de benzer köşeler var ve işsiz insanların bekleştiği o köşelerin adı maalesef “kul pazarı” diyebilirdim. Yani adı munisleştirme ihtiyacı duymamış adamlar. “Köle pazarı gibi” değil, “köle pazarı”. Kiralık köle pazarı. Madalyonun diğer yüzü var bir de: o garibanlardan hangisi bu köleliğinin yarım zamanlı olmasındansa tam zamanlı olmasını tercih etmez ki?

30 Eylül, Pazartesi

Bacının canı sıkılmış olmalı, grupta soruyor: Ne yapıyordunuz?

Cevap veren yok, ortada kalmasın soru diye “hiiç” diyorum. Sonra masamın üstünden bir fotoğraf atıyorum. Deste deste kitaplar, defter, kalem ve Bursa gezisinde Emir Hanı’ndan aldığım takke var resimde.

Önce “Bu nasıl yoğun bir hiç…” diyor, sonra ekliyor. “Hayatımda gördüğüm en renkli takkelerden birine sahipsin sanırım. Nerden buldun bunu.”

Diyorum ki “Her renk bir mensubiyeti anlatıyordu. Bunun anlamı, hem hepinizdenim hem hiçbirinizden.”

Sanırım bir parça doğruluk payı var bunun. Beraber gezdiğim arkadaş bana bir takke hediye etmek istiyordu ama takkelerin her biri bir cemaatin, tarikatın rengi. Kimlikle ilgili fikir veriyor. Hiçbirini almak istemiyorum. Sonra arada bu halka halka farklı renklerle örülmüş takkeyi gördüm. Zaten tek kalmıştı. Onu da ben aldım. Açıklama uzun olduğu için üşenip susuyorum. Ama bacı öyle kolay pes etmiyor, irdelemeye devam ediyor:

“Özel yaptırdın öyleyse?”

“Yoo.” diyorum “Anlam yükledim.”

Bacı: “İlle bir anlam yükleriz sevinçlerimize, hüzünlerimize, tembelliğimize, başarısızlıklarımıza… Anlamsız hayat mı olur?”

Diğer bacı sohbete katılıyor bu sefer: “İlle!  Takkemize bile. İnsanlar bunu yapmadan yaşayabiliyorlar. Nasıl yapıyorlar anlamıyorum.”

Sohbet burada bitti. Şimdi kendi kendime konuşmaya devam ediyorum.

“Boş ver! Onu da anlamayıverelim.”

2 Ekim, Çarşamba

Hava serinledi dün. Eylülden ekime geçtik ya birden sonbahar serinliği geldi sanırım. Daha yeni çarşaftan pikeye geçmiştik, en azından pikeyi kalınlaştırmalı. Ayağıma çorap, sırtıma yelek geçirdim, öyle oturdum bugün masanın başına.

One thought on “Gün Evini – 9 / Kiralık köleler, seher vakti servis bekleyen fabrika işçileri vs…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *