Sağ Salim Ölebilseydik
(Kanada Günlükleri / 15)
21 Eylül Cumartesi,
Günlük yazmaya epey ara vermişim, bu benimkilere ne kadar günlük denirse artık… Ne olduysa az evvel bilgisayarın başına geçtim, temiz bir sayfa açtım. Sanırım havanın yumuşaklığı. Ama ne yazacağımı henüz ben de bilmiyorum. Öncesinde bir çeşit akort çalışmaları yaptım. Çay demleyip termosa koydum mesela, kitaplığa göz gezdirdim, evin önündeki masaya taşındım. Ne yazacağımı bilmiyorum dedim ama konu yokluğundan değil bu, bilakis konu çokluğundan!
Dünyada süre giden savaşları ve soykırımları; ülkemizdeki adaletsizlikleri, yoksulluğu, cinayetleri vesaire gazeteciler ve sosyal medya bol bol yazıyor zaten. Ben yine bir kaçış rampası bulmalıymışım gibime geliyor. Söze güzden başlamalıyım belki de, her sene bıkıp usanmadan gelen güzden. Gelip de bize vedaların ve ölümlerin de birer şölene dönüşebileceğini gösteren güzden…
Uzuuun zamandır yapmadığım bir şeyi yaptım bu sabah. Kahvaltıya ekmek yokmuş, markete yürüyerek gittim. Ayağımda terlik, üstümde pijamalarla salına salına. Baktım bulutlu bir mavilik var üstümde, uçuşan kaz sürüleri, dökülen yapraklar ve kapı önlerinde açmış güz çiçekleri. Yolu uzatayım madem dedim, çabuk geçip gitmeyeyim şu güzelliklerin içinden. Dolana dolana vardım markete. Orayı da güz basmış. Daha girişte onlarca kasımpatı saksısından ve kabaklardan bir dekor yapmışlar, insanın içeri giresi gelmiyor! Önüme market arabasını alıp reyon aralarında aylak aylak dolandım. Fırından taze ekmek çıkmış, kokusu gel gel yapıyor. Elmalar, üzümler, armutlar, kavunlar, hepsi en olgun hallerinde.
Yine sallana sallana, arka sokaklardan dolanarak eve döndüğümde sofra hemen hemen hazırdı. Hanım kaç gündür hastaydı, acillere falan gittiydik. O iyi görünüyordu, iştahı fena sayılmazdı geçen günlere göre. Ona sevindim. Artık böyle sanırım, hastalıklarla iç içe. Tansiyon aleti bir yanımızda, şeker cihazı öte yanımızda. Bir poşet hap da cabası. Ve “sonra işte yaşlandı”k. “Her gün bir tuğlası düşüyor ömrümüz”ün. Bunu ucundan kıyısından hissediyorum. Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi, dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümitlerim, emellerim kopmaya başladı. Her zaman değil ama zaman zaman yaşayasımın gelmediği oluyor. “Çatladı artık hayat rüyâsının billûru”. Alacağımı aldım dünyadan, göreceğimi gördüm; dünyaya doyum olmuyor. Bazı şairler gibi, birini sevip çekildim demiyorum ama, dünya bu kadar işte.
Geçen acildeyken Kemal Abiler geldi, buna benzer şeyler söyledim ona da. “Sağ salim bir ölebilseydik.” dedim. Der demez de bunun Hüdayi Can’ın “Aysona” romanının alt başlığı olduğunu hatırladım. Bayağı etkilenmiştim bu ifadeden. Bütün mesele bu sanırım; “Sağ Salim Ölebilmek”. Bir çuval inciri berbat etmeden, bir ömrü beyhude yaşamadan.. hastane kapılarında sürünmeden sonra, ele muhtaç olmadan. Büyük büyük kazançlar elde etmeyi geçtim de Hz. Ömer’in dilediği üzere, bâri doğduğumuz gibi çıkabilsek şu dünyadan…
Hayır, yaşamaktan usanmadım. Dünyayı sevmiyor da değilim. Ama bunca şey yaşayıp bunca şeye şahit olduktan sonra dünyaya doyum olmayacağını hakka’l yakîn seviyesinde değilse de ayne’l yakîn seviyesinde idrak ettiğimi sanıyorum. Dünyada hemen her şey yarım kalmaya yazgılı. Yağmur diner fırtına başlar, fırtına biter kış gelir burada. İki iki daha dört. Bir-iki gülümsetirse illa ağlatır da. Bu böyledir…
Bu yüzden yer yer Kırık Mızrap şairinin sesi yankılanıyor içimde: “Artık ne şafak arzusu, ne akşam tasası,/ Yok düşüncemde hiçbirinin o eski yeri;/ Aynı şey bence dünyanın lezzeti-kederi,/ Meltemi-sabâsı, kasırgası-fırtınası.”
Bilmem ki buradan Üstad’ın dediği yere sıçrayabilir miyim? Sıçrayıp da “Fâniyim, fâni olanı istemem. / Âcizim, âciz olanı istemem. / Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem. / İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. / Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. / Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.” diyebilir miyim? Sonra ben de Uhrevi Esintiler’in şairi gibi, kirpiklerimin ucunda ötelerin nurunu görüp bir başka aydınlık görebilir miyim yaşlılığı? Gençlik tutkularından uzak, hep ötelerde; tüllenir mi benim gözlerimde de Sonsuz’un serhaddi?
Doğrusu kendimden pek umudum yok, ama Allah’tan umut kesilmez…
Ne yazacağımı bilmiyorum deyip kalemi serbest bırakmıştım, kaçış rampası diyerek beni getirip bıraktığı yer burası. Şikâyetim yok, yerimden memnunum. Kendimi avutmanın âlemi yok…
Güzle başlamıştık, güzle bitiriyoruz işte. Ölümlerin de en çok bu mevsimde yaşandığını göz önüne alırsak ölümü güzün de hatırlamayacaksam teneşire konulunca mı hatırlayacağım a canım…