Aylaklık Üzerine Bir Laflama
Geceze’den İrfan Arslan’la lafladık dün. Çok çalıştığımdan, okuyup yazmaya fırsat bulamadığımdan yakındım. Aylaklık özlemimi dile getirdim. Saat kurmayacağım, takvime bakmayacağım, gönlüm ne çekerse onu yapacağım vakitlere duyduğum ihtiyacı. Tamam, bütün zaman aylaklık edemezdim ama eskiden olduğu gibi haftanın bir-iki günü bari fırsat bulsam razıydım hani.
Ben bunları anlatırken İrfan Ağabey bir dilci olarak aylak kelimesine takıldı. Orta Türkçe’de; dönmek, dolanmak anlamındaki ‘aylan’ fiilinden gelmekteymiş. Kuşların havada döne-dolana uçmaları; insanların işsiz, avare avare gezinmeleri de aylanmakla ifade edilirmiş.
Bunlar üzerinde şöyle bir saat kadar konuşmuşuz. Ancak iki aylak bir kelimeden yola çıkıp bunca zaman konuşabilir değil mi! Bununla kalsa yine iyi, bakın ben tutup bunun bir de yazısını yazıyorum. Benim aylaklık anlayışım böyle işte. Bir sözcüğün, kitabın, olmadı bir filmin yahut müziğin, bazen de bir hatırlamanın bir özleyişin gölgesinde serbestçe eğleşmek.
Sürekli bir aylaklığın müşterisi değilim ama. Yapacak işi olmadığı için boş boş dolanmak değil özlemini çektiğim. Onun başa açacağı sıkıntılar meşguliyetin sıkıntılarından fazladır kanaatimce. Hele hele insanın vazifelerini ihmal ederek, sorumluluklarından kaçarak yaptığı bohemlik ve serseriliklere güzelleme yapamam. Benim peşinde olduğum aylaklık; işi olan, lüzumlu işleri olan birinin kaçamakları şeklinde. Bir yerde, “Aylaklığın tatlı olması için çalınmış olması lazım.” gibi bir söz duymuştum, tam da öyle.
Bizim edebiyat çevrelerinde Yusuf Atılgan’ın o meşhur Aylak Adam romanı aylaklık üzerinde hegemonya kurmuş gibidir. Mevzu açılınca çoğu kişinin aklına roman karakteri C. geliyor. Çevresiyle uyumsuz, toplumun değerlerine meydan okuyan; yalnız, hiçbir şeyde tatmin bulamayan, hayatına bir anlam arayan buhranlı bir tip. Benimse aklıma en son o geldi. Yahu bir de böyle bir aylaklık biçimi vardı diye. Onu kendime hiç yakın bulmuyorum, kitabı okurken de bulmamıştım. Zira ben, onun gibi hayatıma bir anlam arayışında değilim. Daha çok bulduğum anlamın tadını çıkarma, onda derinleşme derdindeyim diyebilirim.
Gerçek aylakların Aylak Adam’dakinin aksine birer arayışçı ve sorgulayıcı olduklarını hiç sanmıyorum. Aksine aylak dediğin yaşamı olduğu gibi kabullenir ve yaşamanın tadını çıkarmaya bakar. Yeşilçam filmlerinin Turist Ömer’i gibi misal. C.’nin aksine toplumla iç içedir o, çevresiyle bağ kurar, sever ve sevilir. Ne düzenli bir işi ne parası ne de toplumsal sorumlulukları vardır. Canı nereyi isterse oraya gider, keyfi ne çekerse onu yapar, çekmezse hiçbir şey yapmaz. Haytanın tekidir işte.
Turist Ömer’in haytalığı daha sempatik gelse de onun aylaklığı da özenilecek bir şey değildir benim için. Gülten Akın yanlış bellememiş bence; insan sorumluluktur! Ve evet, nergisten ben sorumluydum, ışgından ve çocuklardan da…

Benim aylaklık anlayışım; ormancının baltasını bilemesine yahut ok atıcısının okunu daha ileriye atabilmek için yayını germesine fırsat veren bir aylaklıktır. Nörolojik çalışmalar bu çeşit aylaklığın her türlü çalışmada verimi artırdığını söylüyor. “Başarılı olmak için aylaklık edin.” başlığıyla seminerler veriliyor artık. Büyük şirketler çalışanlarına aylaklık zamanları ve alanları açıyor. Beynin verimli işlemesi için bir şeye odaklanmadan serbest çalışmasına izin verilmeliymiş. Bu tam benlik bir durum. Bir şey yapmak zorunda olmadan, işin ve çalışmanın bir parçası olmadan gönlünce bir şeylerle meşgul olmak. Bunun başarıya endekslenmesi aylaklığın felsefesine aykırı o başka…
Benim aylaklarım anayolları sevmez, onları ara sokaklar ve patikalar götürür gidecekleri yerlere. Oralardan geçerken günleri umulmadık karşılaşmalar, tesadüfler ve keşiflerle şenlenir. Edebiyatçı ve felsefecilerin çoğunun iflah olmaz birer aylak oluşları bununla ilgilidir zannımca. Sanatçının üretmesi disipline gelemez zira. Esneklik ister o, içeriye ışığın sızacağı çatlaklar ister. Aylaklık hem o esnekliğe imkân verir hem de ışığın sızacağı çatlakları açar. Cümle keşiflerin, en beklenmedik buluşların yoğun çalışmaları takip eden aylaklık zamanlarında gelişi tesadüf olmasa gerek.
Bu tipler görünüşte mala-davara faydası olmayacak şeylerle uğraşır gibidir. Biri at sineğini gözlemleyip felsefe yapar söz gelimi, öteki serin serviler ifadesini bulmak için 19 yıl bekler. Kimi gökte yıldızlara diker gözünü kimi deniz kenarında koşan bir ala köpeğe. Yeni çiçeklenmiş bir şeftali ağacının başında saatlerce duran da vardır aralarında, yel değirmenlerine savaş açan da. Dünyayı kurtaracakmışçasına, kamus namustur deyip kelimeler üzerine titizlenen de onlardan çıkar, kuşlar da gitti diye hayıflananlar da. Masallar ve efsaneler de onlara emanettir; renkler, kokular ve tatlar da. Velhasıl, hayatın ince yanlarıyla ilgilenenler hep aylaklardır. Hayat onlarla güzelleşir biraz da. Hayatın katılığı ve sertliği böyle böyle yumuşar, içine ışık böyle açılan çatlaklardan sızar…
Benim aylaklık anlayışım statü tanımaz, her zümreden taliplisi vardır onun. Özellikle sanatçı kesiminden aylaklar, Maslow’un meşhur ihtiyaçlar hiyerarşisinin canına okurlar. Knut Hamsun açlıktan karnı sırtına yapışırken Açlık romanını yazarak hiyerarşinin zirvesine çıkıp kendini gerçekleştiriyordu misal. İflah olmaz bir aylak sayabileceğimiz Necip Fazıl, Paris’te her şeyini kaybedip kaldırımlarda sabahlarken, Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında diye başlayan Kaldırımlar şiirini yazarak aynı şeyi yapıyor ve kişisel dönüşümünde büyük bir merhale kat ediyordu.
Dört başı mamur bir aylak diyebileceğimiz Sait Faik, Maslow’un piramidine göre kendini gerçekleştirmeseydi o Mahalle Kahvesi’ni, Semaver’i, Sinağrit Baba’yı, Harita’da Bir Nokta’yı, Hişt Hişt’i kim hikâye edecekti bize… Ya Orhan Veli’ye ne demeli! Beni bu güzel havalar mahvetti, diyen adama hani…
Ama bir dakika! Şimdi bunları yazınca kendi tembelliğimi aylaklık olarak pazarlamaya çalıştığım endişesi sardı bir yanımı. Tembellik hatta serserilikle benim kast ettiğim aylaklığın arasını ayırmam gerekiyor. Ama nasıl?
Bazı yerlere kontrol kalemi tutmalıyım ama nerelere tutacağımı kestiremiyorum. En sağlamı İrfan Ağabeyle bunun üzerine bir aylaklık daha yapmak galiba…